Bütün sabah dün bir şarkıda dinlediğim şeyi düşündüm:
Savaşmak mı daha zor, barışmak mı?
Cevabı bence çok açıktı,
Savaşmak daha zor elbette ki, daha yıkıcı, yakıcı, huzuru bozucu, rahatsız edici..
Barışmaksa kolay, hem “Üç günlük dünya, sevdiklerimizle neden kötü olalım, neden barışmayalım ki?” diye düşününce daha da kolay. El uzatmak, adım atmak kolay, af dilemek, hatanı kabul etmek, tüm bunlar için hatanı fark etmek ve daha da evvelinde iyi niyetle yapıcı olmaya çalışırken mükemmel olamayacağımızın, ne onun ne bizim, bunun bile farkındalığında ve kabulünde olmak... Kolay...
Ama sonra dedim, bu belki de bana kolay ve mümkün görünüyor.
Hayatım boyunca ilişkilerimi onarmayı seçmeyi, iyi niyetini bildiğim, sevdiğim, hayatımda olmasını ve kalmasını istediğim, beni anladığını ve onu anladığımı düşündüğüm, iyi ve kötü günlerimizi paylaşıp birlikte dayanışarak yaşarken hayatlarımızın zenginleşeceğine kesin gözüyle baktığım, dost dediğim insanları hayatımda tutmayı, ve kendi iç huzurumu ve dengemi onlarla bulup onlarla paylaşmayı istediğim için...
Belki tüm bu değer verdiğim duygu ve düşücelerim ve farkındalıklarım olduğu için,
Benim için çoğunlukla kolay.
Egom yerine dostluğu, bağlantıyı, yakınlığı, sıcaklığı, içtenliği, sevgiyi, paylaşımı, derinleşerek çoğalarak eğlenceyle ve mutlulukla yaşamayı seçtiğim için...
Ve sonra tabii benim savaştığım zamanları da düşündüm...
Eğer bu kadar farkındaysam,
bu kadar istekli ve niyetliysem,
bu kadar da emek veriyorsam ilişkilerime,
neden ben de yeri geliyor hâlâ çatışıyorum özellikle bazı insanlarla?
Neden en sevdiklerimin canını yakıyorum?
Neden ve nasıl savaşmayı tercih ediyorum?
Son iki yıldır en az, psikologlarla ve/ya kendine ve diğer insanlara şefkati çalışan profesyonel insanlarla geçiriyorum neredeyse her günümü. Her gün onlarla sohbet edip farkındalığımı bu yönde daha da arttırarak, kendi içimde ve tüm ilişkilerimde bu yönde daha da derinleşmeye çaba harcıyorum. Önceki tüm farkındalıklarıma ve niyetlerime ekleyerek ilerliyorum.
Ama yetmiyor.
Yine de benim de,
o en çok sevdiklerimle,
bile,
savaşmaya bazen öylesine hazır olduğumu görünce korkuyorum.
Onların canını yakmayı isteyince...
Ve dahası yakabilince...
Bunu yapmakta hiçbir zorluk yok, insanların damarını bulmak çevremdeki pek çok insanın sahip olduğu bir kabiliyet. O damara basmak... ve bunu büyük rahatlıkla yapmak... ve dahası hiç farkında olmamak... hassasiyeti kaybedecek kadar gözümüzün dönebilmesi... kendi kırılganlıklarımızı göstermemek, üzerini örtebilmek ve belki de en çok kendimizden saklamak için, bir başkasını, üstelik işte en sevdiklerimizi kırmak...
Geçen haftalarda rehberlik ekibinden arkadaşlarımla konuştuklarımdan öğrendiklerimin etkisi öyle çok ki...
Sarsıldım şu cümlelerle;
Kendimizi güvende hissetmek için, çocukluğumuzda yaşadığımız koşulları arıyoruz. Fiziksel olarak da, ilişkisel boyutta da...
Yani eğer çocukluğumuzda değerli hissettirilmeden, aşağılanarak, kabul görmeden, iletişime geçilmeden hatta çoğunlukla fikrimiz bile sorulmadan, saygı, sevgi, onay, yakınlık, içtenlik, sıcaklık, anlayış... ahh anlayış... ciddiye alınmadan, çoğunlukla şefkatsiz bir ortamda daha pek çok ihtiyacımız karşılanmadan büyüdüysek...
Bunları arıyormuşuz.
Bunları hissedince güvenli alanda olduğumuzu varsayıyormuşuz.
Ne acı...
Partnerimizde de, elbette bilinçli değil ama, bunları hissettiğimizde kendimizi güvende hissediyormuşuz.
Hani o eşleri psikolojik şiddet uygulasa da, hatta dövse de “Hayır” diyemeyen, evini terk edemeyen kadınlar var ya...
Her şey maddiyat değil. Hatta insan isteyince, ya da artık canına tak edince her şeyden vazgeçebilir, tüm hayatını değiştirebilir. Keza değişen pek çok yurdum kadınını da biliyoruz.
Ama eğer sağlıksız ilişkileri sürdürüyorsak,
savaşmak barışmaktan daha kolay geliyorsa,
çatışmayı, ülkemizde neredeyse her hanede olduğu gibi, çatışarak anlaşabileceğimizi düşünüyor ve bunu kabul ediyorsak,
dengeli ilişkiler kuramıyor, dahası bunu istemiyor ve dengeli ilişkilerden kaçıyor, kendimize yine bir bela arayıp bulup sonra “Yine neden böyle oldu?” diye de kara kara düşünüyorsak,
arkadaşlık ilişkilerimizde bir eşdeğersizlik olduğunu hissetsek bile sürdürmeyi tercih edebiliyorsak, ki bunu kabul çok zor, biliyorum,
bunların tek sebebi biz değiliz, bizim şu anki hâlimiz değilmiş.
Dengesiz ilişkilere müsaade etmemizin, ne kadar farkında olsak da onların içinde kalmamızın tek sebebi biz değilmişiz.
Çocukluğumuzda bize yaşatılanlarmış...
Ailemizde kurduğumuz ya da kuramadığımız bağlarmış.
Toplumda kurduğumuz ya da kuramadığımız bağlarmış.
Ki ailelerimiz, tüm bir toplumu, kültürümüzü yaratan en küçük toplum...
Ve o toplumun, o kültürün, o bağların içinde kendimizi her gün tekrar tekrar var etmeye çalışıyoruz.
Yüz yıllar öncesinden beri savaşarak var kalmış, çok yakın tarihimize kadar savaşarak gelmiş, dengeyi, huzuru savaşarak bulduğuna inanmış bir insanlık insanlığımız.
Önce var kalmanın, sonra güçlü olmanın egoyu büyütmek ve paraya sahip olmakla mümkün olabileceğine inanıp bunu defaatle deneyimlemiş bir toplum...
Ve biz bu toplumun çocuğuyuz.
Kendini geliştiren toplumlar ya da topluluklar da var elbette.
Hayır, tüm bu çatışma ihtiyacımız, kendimizi bu şekilde ifade edip varlığımızı barışmak yerine savaşmak üzerinden kurmamız sadece bizim elimizde değil-di.
Bizim elimizde olan, değişim.
İyiye, mutluluğa, huzura giden yolumuzu değişme isteğimiz.
Duygu ve ihtiyaçlarımızın farkında olup bunları karşılamak için yöntemimizi değiştirebileceğimizi bilebilmemiz. İlişkilerimizi, her bir ilişkimizi, yeniden bunlar üzerinden kurmak, her defasında bu farkındalığı aklımızda tutarak, bunu önemseyerek, bunun için daha öncekinden çok daha fazla zaman ve emek harcamak, önce kendimizle ve nihayet tüm insanlarla barışmak... Kolay değil.
Her yol savaşmaya çıkarken, hayatlarımız yeterince zor ve hızlıyken, yavaşlayarak, bu zorluklarda sakinleşerek, kabul görmediğimiz zamanlarda bile insanları kabul etmek, ciddiye almak, saygı duymak, dinlemek... Anlamaya çalışmak... Gözetmek... Her hâliyle sevmek... Hiç kolay değil.
Tercih etmekse yine bizim elimizde, zor da olsa zoru tercih etmek de mümkün.
Savaşmayı tercih etmek kolay, alışkanlıklarımız gereği de, yine de barışmayı tercih etmek ve bunun için çabalamak da mümkün.
Çokça emek gerektiriyor yalnızca.
Çokça zaman...
Çokça cesaret...
Ve çokça karşılıklı bağlar...