27 Haziran 2021 Pazar

Herkesin Varlığı Saygı Duyulmayı Hak Ediyor

 

Sadece var olduğu, bu dünyada var kalabildiği için…

Var kalabilmek uğruna gösterdiği emek ve çaba için…

Yaşadığı zorluklar için…

Tüm insanlar, tüm hayvanlar, tüm bitkiler…

Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm canlıların, hayatta oldukları için saygı duyulmaya hakları var. 


Bir insanı değiştirmek bizim görevimiz değil. Bizim insan olarak görevimiz, insanları, zarar vermedikleri sürece, olduğu gibi kabul etmek. 

Kabul…

Bir hayvanın haklarını, mutluluğunu düşünmek bizim görevimiz. 

Dalından bir meyve veya çiçek koparırken ağacın, o otun rızasını alırım ben, önce sever okşarım gövdesini, her şey enerji…


İçindeki enerji sana sevgi fısıldıyorsa alırsın sözlerimi.


Yok eğer kabul edemiyorsan,

gönül gözüyle görüp kalp diliyle konuşamıyorsan,

senin için yapabileceğim bir şey yok,

kalbine sevgi diliyorum sadece. 


#loveislove 

#önceinsanlık

3 Ocak 2021 Pazar

Savaş mı, Barış mı?

Bütün sabah dün bir şarkıda dinlediğim şeyi düşündüm:

Savaşmak mı daha zor, barışmak mı?

Cevabı bence çok açıktı,

Savaşmak daha zor elbette ki, daha yıkıcı, yakıcı, huzuru bozucu, rahatsız edici..

Barışmaksa kolay, hem “Üç günlük dünya, sevdiklerimizle neden kötü olalım, neden barışmayalım ki?” diye düşününce daha da kolay. El uzatmak, adım atmak kolay, af dilemek, hatanı kabul etmek, tüm bunlar için hatanı fark etmek ve daha da evvelinde iyi niyetle yapıcı olmaya çalışırken mükemmel olamayacağımızın, ne onun ne bizim, bunun bile farkındalığında ve kabulünde olmak... Kolay... 

Ama sonra dedim, bu belki de bana kolay ve mümkün görünüyor.

Hayatım boyunca ilişkilerimi onarmayı seçmeyi, iyi niyetini bildiğim, sevdiğim, hayatımda olmasını ve kalmasını istediğim, beni anladığını ve onu anladığımı düşündüğüm, iyi ve kötü günlerimizi paylaşıp birlikte dayanışarak yaşarken hayatlarımızın zenginleşeceğine kesin gözüyle baktığım, dost dediğim insanları hayatımda tutmayı, ve kendi iç huzurumu ve dengemi onlarla bulup onlarla paylaşmayı istediğim için...

Belki tüm bu değer verdiğim duygu ve düşücelerim ve farkındalıklarım olduğu için,

Benim için çoğunlukla kolay.

Egom yerine dostluğu, bağlantıyı, yakınlığı, sıcaklığı, içtenliği, sevgiyi, paylaşımı, derinleşerek çoğalarak eğlenceyle ve mutlulukla yaşamayı seçtiğim için...

Ve sonra tabii benim savaştığım zamanları da düşündüm... 

Eğer bu kadar farkındaysam,

bu kadar istekli ve niyetliysem,

bu kadar da emek veriyorsam ilişkilerime,

neden ben de yeri geliyor hâlâ çatışıyorum özellikle bazı insanlarla?

Neden en sevdiklerimin canını yakıyorum?

Neden ve nasıl savaşmayı tercih ediyorum?

Son iki yıldır en az, psikologlarla ve/ya kendine ve diğer insanlara şefkati çalışan profesyonel insanlarla geçiriyorum neredeyse her günümü. Her gün onlarla sohbet edip farkındalığımı bu yönde daha da arttırarak, kendi içimde ve tüm ilişkilerimde bu yönde daha da derinleşmeye çaba harcıyorum. Önceki tüm farkındalıklarıma ve niyetlerime ekleyerek ilerliyorum.

Ama yetmiyor. 

Yine de benim de, 

o en çok sevdiklerimle, 

bile, 

savaşmaya bazen öylesine hazır olduğumu görünce korkuyorum.

Onların canını yakmayı isteyince...

Ve dahası yakabilince...

Bunu yapmakta hiçbir zorluk yok, insanların damarını bulmak çevremdeki pek çok insanın sahip olduğu bir kabiliyet. O damara basmak... ve bunu büyük rahatlıkla yapmak... ve dahası hiç farkında olmamak... hassasiyeti kaybedecek kadar gözümüzün dönebilmesi... kendi kırılganlıklarımızı göstermemek, üzerini örtebilmek ve belki de en çok kendimizden saklamak için, bir başkasını, üstelik işte en sevdiklerimizi kırmak...

Geçen haftalarda rehberlik ekibinden arkadaşlarımla konuştuklarımdan öğrendiklerimin etkisi öyle çok ki...

Sarsıldım şu cümlelerle;

Kendimizi güvende hissetmek için, çocukluğumuzda yaşadığımız koşulları arıyoruz. Fiziksel olarak da, ilişkisel boyutta da... 

Yani eğer çocukluğumuzda değerli hissettirilmeden, aşağılanarak, kabul görmeden, iletişime geçilmeden hatta çoğunlukla fikrimiz bile sorulmadan, saygı, sevgi, onay, yakınlık, içtenlik, sıcaklık, anlayış... ahh anlayış... ciddiye alınmadan, çoğunlukla şefkatsiz bir ortamda daha pek çok ihtiyacımız karşılanmadan büyüdüysek...

Bunları arıyormuşuz.

Bunları hissedince güvenli alanda olduğumuzu varsayıyormuşuz.

Ne acı...

Partnerimizde de, elbette bilinçli değil ama, bunları hissettiğimizde kendimizi güvende hissediyormuşuz.

Hani o eşleri psikolojik şiddet uygulasa da, hatta dövse de “Hayır” diyemeyen, evini terk edemeyen kadınlar var ya...

Her şey maddiyat değil. Hatta insan isteyince, ya da artık canına tak edince her şeyden vazgeçebilir, tüm hayatını değiştirebilir. Keza değişen pek çok yurdum kadınını da biliyoruz.

Ama eğer sağlıksız ilişkileri sürdürüyorsak,

savaşmak barışmaktan daha kolay geliyorsa,

çatışmayı, ülkemizde neredeyse her hanede olduğu gibi, çatışarak anlaşabileceğimizi düşünüyor ve bunu kabul ediyorsak,

dengeli ilişkiler kuramıyor, dahası bunu istemiyor ve dengeli ilişkilerden kaçıyor, kendimize yine bir bela arayıp bulup sonra “Yine neden böyle oldu?” diye de kara kara düşünüyorsak,

arkadaşlık ilişkilerimizde bir eşdeğersizlik olduğunu hissetsek bile sürdürmeyi tercih edebiliyorsak, ki bunu kabul çok zor, biliyorum,

bunların tek sebebi biz değiliz, bizim şu anki hâlimiz değilmiş.

Dengesiz ilişkilere müsaade etmemizin, ne kadar farkında olsak da onların içinde kalmamızın tek sebebi biz değilmişiz.

Çocukluğumuzda bize yaşatılanlarmış...

Ailemizde kurduğumuz ya da kuramadığımız bağlarmış.

Toplumda kurduğumuz ya da kuramadığımız bağlarmış.

Ki ailelerimiz, tüm bir toplumu, kültürümüzü yaratan en küçük toplum...

Ve o toplumun, o kültürün, o bağların içinde kendimizi her gün tekrar tekrar var etmeye çalışıyoruz.

Yüz yıllar öncesinden beri savaşarak var kalmış, çok yakın tarihimize kadar savaşarak gelmiş, dengeyi, huzuru savaşarak bulduğuna inanmış bir insanlık insanlığımız.

Önce var kalmanın, sonra güçlü olmanın egoyu büyütmek ve paraya sahip olmakla mümkün olabileceğine inanıp bunu defaatle deneyimlemiş bir toplum...

Ve biz bu toplumun çocuğuyuz.

Kendini geliştiren toplumlar ya da topluluklar da var elbette. 

Hayır, tüm bu çatışma ihtiyacımız, kendimizi bu şekilde ifade edip varlığımızı barışmak yerine savaşmak üzerinden kurmamız sadece bizim elimizde değil-di.

Bizim elimizde olan, değişim. 

İyiye, mutluluğa, huzura giden yolumuzu değişme isteğimiz. 

Duygu ve ihtiyaçlarımızın farkında olup bunları karşılamak için yöntemimizi değiştirebileceğimizi bilebilmemiz. İlişkilerimizi, her bir ilişkimizi, yeniden bunlar üzerinden kurmak, her defasında bu farkındalığı aklımızda tutarak, bunu önemseyerek, bunun için daha öncekinden çok daha fazla zaman ve emek harcamak, önce kendimizle ve nihayet tüm insanlarla barışmak... Kolay değil.

Her yol savaşmaya çıkarken, hayatlarımız yeterince zor ve hızlıyken, yavaşlayarak, bu zorluklarda sakinleşerek, kabul görmediğimiz zamanlarda bile insanları kabul etmek, ciddiye almak, saygı duymak, dinlemek... Anlamaya çalışmak... Gözetmek... Her hâliyle sevmek... Hiç kolay değil.

Tercih etmekse yine bizim elimizde, zor da olsa zoru tercih etmek de mümkün.

Savaşmayı tercih etmek kolay, alışkanlıklarımız gereği de, yine de barışmayı tercih etmek ve bunun için çabalamak da mümkün.

Çokça emek gerektiriyor yalnızca.

Çokça zaman...

Çokça cesaret...

Ve çokça karşılıklı bağlar...

7 Nisan 2020 Salı

Hamuru Peynirli Gevrek Poğaça


Peynir yemeyen çocuklara peynir yediren tarif :)
Peyniri çoğaltılabilir.

Yağlı bir karbonhidrat alacaksam da, içinde hangi malzemeler kullanıldığını ve nasıl yapıldığını bilmek isterim. İşte bu yüzden kendi seçtiğim malzemelerle kendim yaptım annemin tarifini, yıllar sonra. :)

Malzemeler:
- 2 yumurta (1’inin sarısı üzeri için)
- 2 tepeli yemek kaşığı yoğurt
- 125 gr. tereyağı (oda sıcaklığında)
- 1/2 su bardağı sıvı yağ (zeytinyağı kullandım)
- 3/4 su bardağı kadar peynir (çökelek kullandım)
- Aldığı kadar un (ele yapışmayan/kulak memesi kıvamında)
- 1 paket kabartma tozu
- 1 tatlı kaşığı tuz (peynirin tuzuna da bağlı)
- 1-2 tatlı kaşığı şeker

Yapılışı:

* Un ve kabartma tozu hariç tüm malzemeler yoğurulur.
* Unla kabartma tozu birbirine karıştırılıp eklenir, yoğurulur.
* Hamurun yarısı alınıp merdaneyle 7-8 mm kalınlığında açılarak bıçakla kare kare kesilir. Bu karelerin karşılıklı uçları üst üste getirilip iyice yapışması sağlanır. Sonra hamurun artık parçaları ve diğer yarısıyla aynı işlem yapılır, hamur bitene kadar.
* Ya da çubuklar yapılabilir. Şekil konusunda yaratıcılığa açık bir hamur :))
* Üzerine biraz zeytinyağı eklenmiş yumurta sarısı sürülür.
* İstenirse, evde varsa üzerine çörekotu da çok yakışıyor.

* Önceden 250 derece ısıtılmış fırında kızarana kadar pişirilir.
Dikkat: Hızlı pişiyor.

Bitti. (:

1 Haziran 2019 Cumartesi

Koşan Kaplumbağa 2019 Sergisi - Sürpriz Parti


Dün okul bahçemizde şenlikle beraber sergimiz de vardı.
Sergimiz 17-21 Haziran tarihlerinde bahçemizde ziyaretçilerini bekliyor olacak olsa da, sergi yazılarımızı buradan da paylaşmak istedim.
Sürpriz Parti sınıfımızda bir yıl içindeki süreçlerimizden bir kısmını bu yazılarda, daha fazlasını sergi alanında bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar.




19 Haziran 2018 Salı

Eğitim nedir?



Çocuklarla yeni projem; dünyanın her yerinden mektup arkadaşları :) 
Çünkü;
#Eğitim nedir? 
Çocuğa MEB tarafından belirlenmiş gerekli kazanımları öğretmeninin vermesi? Bunu yaparken bol bol süslemeler/ödevler yaptırması? Çocuğa kuralları öğretme? Çocuğu hizaya sokma? Çocuğu hayata hazırlama? İleride "mutlu" olsun diye şimdi'sini harcayıp sınavlara çalışması mı eğitim?
Bence eğitim;
Bir #öğrenmeserüveni; hayat boyu süren, yaşarken an'da, her an devam eden, çevresindeki insanlar tarafından #saygı ve #değer hissini alarak keyifle yapıldığında kazanımı olan harika bir yolculuk. Öyle bir yolculuk ki; herkesin kendi meraklarının pusulası olduğu bir yolculuk, yapaylıktan uzak-çok doğal ama sıradan değil, herkes için yürürken çıkardığı ayak izi kadar biricik, her adımda (öğretilme yerine) keşif ihtimalleriyle dolu, bilimi-sanatı-teknolojiyi-doğayı çok yakından tanıma ve onları kullanarak "hayatı anlamlandırma"nın daha kolay ve keyifli olduğu bir yolculuk.
Eğitim, hayatı anlamlandırma çabası...
Eğitim, hayatı #anlamlı kılmak için çabalamak...
Önce kendimiz için... sonra sevdiklerimiz için... sonra biraz daha geniş çevremiz için... 
Derken hiç tanımadığımız insanlar için... sokak hayvanları için... bir ağaç için... ormanlar için... doğa için... BEN'likten çıkıp BİZ olabilmek için...
Çünkü bu dünya hepimizin.
Ve herkes, şu an'da mutlu olmayı hak ediyor.
An'da mutlu olmak ise, hayatın sırrına -en azından- ermeye çalışmaktan geçiyor kanımca.

Öyleyse, alıcılarını bozmak için onlara bir şeyler öğretmeye çalışmanın tam tersini yapıp, çocukları izlemek-dinlemek gerek, onlardan öğrenebilmek için; zira onlar öğrenme serüvenlerinde hayatın sırrına çoktan ermiş durumda♥️

#öğrenmedevrimi
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...