8 Haziran 2012 Cuma

Tarde ve Žižek benim kalemimle "tolerans"ı tartışıyorlar :)

(10.01.2012 tarihli yazımdan - 30/30)


Tarde: Sevgili meslektaşım Žižek, toleransa karşı olduğunu duydum. Eminim sen de benim “imitation” ve “monad” kavramlarımdan haberdarsındır. Monadlar arasında sonsuz ve yoğun bir etkileşim ve taklit olduğunu açıklıyor teorim. O halde, biri diğerine toleranslı oluyorsa karşıdakinin de bunda payı vardır kanaatindeyim. Bu, tüm monadların içinde olduğu bir durum. Monadlar düşünce olarak ikiye falan bölünmüş değil. Herkes herkesten etkileniyorsa, buna toleranslı olan da olmayan da, tolere edilen de, bu düşünceye karşı çıkan da dahildir. Çünkü bu konu, konuşularak bile meşrulaştırılmış olur aslında bir bakıma. Yanlış olduğunu düşündüğümüz, düzeltmeye çalıştığımız durumları değiştirme isteği, aslında onu bir şekilde bizim de tecrübe ederek yaşamamızdan ileri gelir. Çünkü deneyimlemediğimiz bir durumu değiştirme derdine düşmeyiz. Birşekilde onu hem ‘eden’ hem ‘edilen’ haliyle yaşamışızdır. İki taraflı anlaşılan bir durumu tam olarak ya benimser ya da değişimi için müdahale ederiz. Bu durumda, sevgili Žižek, sen de tolere edildin ve belki de ettin. İnsanlar sana hoşgörülü davrandılar ve sen de onları hoş gördün. Bu nedenle bu kavramlara karşı olmalısın bu kadar. Bir şey yaşamış olmalısın…?

Žižek: Aslına bakarsan Tarde, burada sana ne yaşadığımı anlatacak değilim. Bunun nedeni benim de unutmuş olmam da olabilir. Çünkü insanlar kendilerini rahatsız eden anılarının üzerine sünger çekip bir daha hatırlamamayı tercih edebilir. Burada ben de bunu yapmış olabilirim. Bu yüzden belki de, başka başka örnekler de verebilirim. Hatta bu şekilde bilinçaltımın bunalımlarını açığa vurmuş da olabilirim. İnsanlar bu yüzden beni bu kadar saldırgan ve anlaşılmaz buluyor da olabilir. Ama konumuz şu anda bu değil.

Açıkçasısenin bahsettiğin konu üzerine düşünmemiş de olabilirim (sonunda Žižek’in düşünmediği bir konu?). Ama bildiğim bir şey var ki, sevgili Tarde, tolerans kavramının tarihçesi ırkçılığın ortaya çıkışına dayanır. Irkçılık yalnızca açıktan açığa söylenmekle kalmaz, pekâlâ ona da çeşitli kılıflar bulunabilir. Çokkültürcülük politikaları da bu yollardan biridir. “Farklılıklara” referans verilerek bu faklılıklara tolerans/hoşgörü adı altında ırkçılık da uygulandığından bahsediyorum. Irkçılığın meşru zemine çekilmesidir tolerans. Çünkü tolerans gösteren, o gösterdiği kimselerden kendini üstün gördüğü için, onlara katlandığını belirtmek için, sanki bunu bahşediyormuş gibi ortaya koyar eylemini. Çünkü tolere etmek herkesin harcı değildir! Herkes beceremez her zaman o kadar sabırlı, lütufkâr, özgeci olmayı. Çünkü tolere etmek fedakârlık gerektirir. Herkes “fedakâr” olabilecek kadar mükemmel değildir. Yalnız tolere edenler müstesna!

İşte tolerans kavramının getirdiği bu düşüncelere karşıyım ben. Farklılıkların ortaya konularak “diğer”inin “tahammül ediliyor/katlanılıyor” gibi gösterilerek aşağılandığı bu fikre karşıyım.

Tarde: Hepimiz beraber ortak bir dünyada yaşıyoruz ve kaçınılmaz olarak etkileşim içindeyiz. Birbirimizle fazlaca, belki hayal bile edemeyeceğimiz kadar fazla ölçüde iletişim içindeyiz. Yalnızca konuşarak değil; mimiklerimizle, duruşumuzla, yaptıklarımız ve hatta yapmadıklarımızla… Biz farkında olmasak da, bilinçaltımızın bunları kaydettiğini düşünüyorum. Yani her zaman sadece ilk bakışta hoşumuza giden fikirleri, hareketleri vs. alıyor değiliz. Bunun yanında tüm gördüklerimiz, duyduklarımız, canlı-cansız her şeyin tüm özellikleri bir şekilde beynimize depolanıyor ve biz onları taklit ediyoruz.İşte bu şekilde yaptıklarımızı/yapmadıklarımızı kendi aklımızda meşru bir zemine oturtabiliyoruz. Çünkü yaparken artık bu bize ilginç, tuhaf gelmiyor daha fazla. Alışıyoruz. Ve bunu artık hem istem dışı hem gönüllü olarak yapmışoluyoruz. Tıpkı kapitalist düzende olduğu gibi, insanlar gönüllü olarak alışveriş yapıyorlar. Hatta alışveriş sitelerine de kendi istekleriyle bakıyorlar, her ne kadar yaygın ‘alışveriş yapmam gerek’ düşüncesiyle olsa da…

Tolerans için de benzer bir durumun geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani tolere eden de edilen de bunu düşünmeden bile yapıyor olabilir. Çünkü artık meşru bir zemindedir tolere etmek. İnsanlar bunun üzerine düşünmeye vakit bulamıyor bile olabilirler. Ve herkes bunu meşru gördüğü için bu şekilde yaşamaya devam edebilirler. (Ne şekillerde yaşamaya devam edilmiyor ki? Açlık, vs.) Tolere etmenin üstünlük getirdiğini ancak ince bir düşünce fark edebilir. Ancak düşünen bir insan… Ve düşünüldüğü zaman tolerans kendini aklayamıyor, sana hak veriyorum. Ancak hoşgörü, toleransın aksine, gerçekten gereklidir.

Evet, dediğin gibi ırkçılıkla ortaya çıkmıştır tolerans kavramı. Bu yadsınamaz bir gerçek olabilir, buna itirazım olmaz. Ancak yüzyıllar boyunca o “tek akıl”(single mind)’ın üzerine pek çok bilgi, tecrübe, fikir birikti. Sonucunda artık her şeyi bilir, anlar durumdayız. Yine de yapamadığımız tek şey sanırım, birlikte keyifli bir hayat yaşamak. Hala insanlarla, doğayla, aslında en önemlisi kendimizle barışamadık. Karşımızdaki insanın da aslında “Biz”den olduğunu anlayamadık. Hepimizin bir olduğunu… Ayrılmaz bir bütün olduğumuzu… O bütünün yalnızca ufak değişikliklerle birer parçası olduğumuzu… Ya anlayamadık, ya da kabullenmek istemiyoruz. Tek bir neden, tek bir öz yok. Ve bu öz, en mühimi, ‘kendimiz’ de değiliz. Bir bütün olarak, ‘Biz’ olarak hepimiz monadız, hepimiz ‘öz’üz.

Ancak biz ısrarla “farklılıklar”dan rahatsız olarak, yalnızca “aynılıkları” kabul etmek istiyoruz. “Diğerlerini” dışlamak tüm insanların bilinçaltına yazılmışdurumda bugün. Bu senin bilinçaltına da yazılmış durumda Žižek. Artık böyle olmaması gerektiğini söyleyerek sen de bunu itiraf etmiş oluyorsun.

Öte yandan keyifli bir yaşam için, birliktelik ve uyum içinde, hoşgörü gereklidir. Burada hoşgörüyü “anlayış” kavramıyla beraber kullanırsak daha açık olacaktır. Tolerans kavramı ise daha çok “katlanma/tahammül etme” kavramlarıyla açıklanabilir. Anlayış, var olmayı sağlayan farklılıkların kabul edilebilir olmasıve beraber yaşamaya engel teşkil etmemesi için önemlidir.

Žižek: Neden farklılıklar kabul edilebilir olmalıdır? Kabul etmeden de pekâlâ yaşam sürdürülebilir. Farklılıklara karşı gelmek, onlarla savaşmak da elbette yaşam için bir yol olabilir. En nihayetinde herkes herkesle mükemmel bağlar kurmak, uyum içinde yaşamak zorunda değil. Ve bu mümkün de değil zaten. Örneğin, benim kapitalist politikacılarla anlaşacağımı kim söyleyebilir?

Tarde: Evet, haklısın. Ancak senin yaşam anlayışın daha çok “çatışmalar”üzerinden giderken, benim yaşam anlayışım “uyum”, “anlayış”, “birliktelik”üzerinden kuruluyor. Sen farklılıkları, aslında eleştirdiğin gibi ‘aşırı’olarak görürken benim farklılık anlayışım yaşamın kaçınılmaz olarak getirdiği ‘benzer olmama hali’. Benim farklılıklarım için savaşmaya lüzum yokken, senin tahayyül ettiğin farklılıklar birbiriyle geçinemiyor. Aslında aramızdaki fark da tam olarak buradan kaynaklanıyor. Senin çatışmacı bir toplum anlayışın varken, benim birbiriyle ahenk içinde, birbirinden beslenen monadlarım var.

Žižek: Senin toplumun hayaller aleminde gezinirken, benim toplumum yaşamın ta kendisi. Bence tüm sorun bu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...