9 Haziran 2012 Cumartesi

Kendine Ait Bir Oda

"Kendine Ait Bir Oda" (A Room of One's Own) Virginia Woolf'un ilk kez 1929 yılında basılmış kitabı, benim blogumun adının da ilham kaynağı.

Kendisinden "kadınlar ve kurmaca yazın" konusu üzerine yazı yazması istendiğinde ortaya çıkmış bu eser.

Virginia Woolf bir kadının o zamanlarda yazı yazabilmesi için 3 şeye sahip olması gerektiğini ileri sürüyor:
- Kendine yetecek kadar parasının olması
- Boş zamanının olması
- Kendine ait bir odasının - kişisel mahremiyetinin - olması

Ancak zamanın koşullarına göre bunlar bir kadın için oldukça lüks kalıyor. Çünkü düşünmek, para kazanmak ve özgür olabilmek için zamanları da, iyi uyku ve yemek için şansları da yoktu kadınların. Dahası, paraları ve zamanları olan kadınların bile, erkeklerle eşit sayılmadıkları için, özgür zihne ulaşma imkanlarının olmadığını vurguluyor Woolf.

Gerçek hayatta böylesine aşağı görülen, evlere kapatılıp yalnızca evişi, çocuk bakımı, eşin ihtiyaçlarını karşılama gibi işlere mahkum edilen ve değer görmeyen kadınlar Woolf'un anlatımına göre kitaplarda çarpıcı şekilde erkeklerle eşit tasvir ediliyor. Oysa ki gerçek hayatta dönemin İngiltere'sinde kadın ne üniversiteye, ne kiliseye kabul ediliyor, kanunlara göre miras alıp bırakamıyor, hatta erkekler lüks içinde yemek yiyip içkilerini içerken kadınlara su layık görülüyor, diyor Woolf.

Bu gibi eşitsizlikleri sıralarken Woolf bize kadınların yalnızca bebek doğurup onlara bakmaktansa metin yazmayı ve bu şekilde üretici olmayı tercih edebileceklerini, yani bilişsel açıdan kendilerini geliştirip bunu kanıtlayabileceklerini anlatıyor. Bunun için de kadınların yukarıdaki 3 şeye ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.

Bugünün kadınları seçimlerini özgürce yapmakta daha şanslı. Yazı yazıp bunu özgürce herkese ulaştırmakta da...

Yazmak; insanın düşüncelerini geliştiren, bakış açısını genişleten, kendini sürekli bir adım ileriye taşımasına olanak sağlayan çok önemli bir uğraş. İstenilen an istenilen konu üzerine yazılar yazıp, bunları daha sonra okuyabilmek, aynı zamanda düşüncelerin ne kadar değiştiğini görmek veya eski düşünceleri, unutulduysa bile, tekrar hatırlamak... Hepsi yazıyla mümkün.

Yazarak anlamak ve anlamlandırmak çok daha kolaylaşır. Okunulanlar, çevredeki insanlardan dinlenilenler, edinilen her türlü bilgi bu sayede toparlanıp gözler önüne serilir.

Yazmak bir açıdan kategorilere de ayırmaktır, özet çıkarmaktır, anladığını anlatmaktır. Bu sayede kolaylaşır anlamak, ne anladığını anlamak ve o bilgileri oturtmak.

O bilgileri kullanarak kendimize, ve hatta geleceğe seminerler veririz. Bir anlamda geleceğe de yatırımdır yazı. "Bugün"ü geleceğe taşımaktır.

Yazma eylemi, kendimize ayırdığımız zamanı da beraberinde getirir. Woolf da tam olarak bunu istiyordu; sakin kafayla, kendi başına oturup kendi düşünceleriyle boğuşan bir kadın, başka kaygısı olmadan...

Ancak "Tutkulu Sosyoloji" kitabında da söylendiği gibi, yazı her zaman tek taraflı değildir. Yazar yazısını en azından içindeki okuyucuya yazar. Hep içinde yazının bir gün okunacağı ümidini taşır. Bu okuyucu yine kendisi olsa bile...

Woolf kadınlara öğüt verirken şöyle diyor:
"Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..."

(Bazı kısımlar 26.10.2010 yazımdan alınmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...