30 Nisan 2015 Perşembe

Atölye Çatı Katı: Reggio Emilia ilhamlı bir Yaratıcı Düşünme Atölyesi


Reggio Emilia yaklaşımı İtalya’da faşist rejim sonrası Reggio Emilia kasabasındaki aileler tarafından “Bizim çocuklarımız da zenginlerin çocukları kadar yetenekli, neden onlara da aynı ortamı sağlamayalım?” düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Okulları kendi imkanlarıyla kuran aileler; Piaget, Dewey, Vygotsky, Gardner ve Bruner gibi düşünürlerden etkilenen Loris Malaguzzi ve arkadaşlarının pedagojik desteğini almışlardır.

Reggio Emilia yaklaşımı çocuğun baş aktör olarak alındığı, onun merakı ve ilgisi doğrultusunda oyun oynarken yaptığı araştırmalar ve projelerle öğrenmeyi öğrendiği ve kendi bilgisini yapılandırdığı, böylece kalıcı bilgi edindiği bir alternatif eğitim yaklaşımıdır. Öğretmen; çocuğun oyun arkadaşı, onun bilgisini yapılandırması için merakını daha da karmaşıklaştıran bir provokatör, çocukla öğrenen bir araştırmacı ve çocukların her anını dokümante eden rollerindedir, ancak asla bilgi dikte edici değildir, bilgiye ulaştırıcıdır.

Çevre “3. öğretmen” adıyla da anılır. Doğa, içinde tüm disiplinleri barındıran ve çocuğun merakını kolaylıkla çeken harika bir çevre ve öğrenme alanı örneği olarak karşımıza çıkar. Reggio Emilia’da ebeveynlerden, çocuklarını en iyi tanıyanlar olarak, süreç boyunca mümkün olduğunca okulda bulunup çocuklarla paylaşımda bulunmaları beklenir. Ebeveynler ve hatta toplum çocukların bilgiyi yapılandırmalarında sosyal açıdan çok destek oldukları için oldukça önemli bir konumdadırlar. Yani yalnızca fiziksel değil, sosyal çevrenin de öğrenmede etkili olduğu kabul edilir ve ikisi birlikte aynı anda öğrenme sürecine dahil edilir.

Bu felsefe Reggio Emilia kasabasının altkültüründen çıkıp o kültürü temsil etmektedir. Tamamen çocuk odaklı ve çocuk yapılandırmacı olan Reggio Emilia yaklaşımında belli başlı kurallar, sınırlar ve belli bir yöntem bulunmuyor. Müfredatsız (emergent curriculum) bir eğitimi de benimsediği için Reggio Emilialı eğitimciler yaklaşımın bir sistem ya da method olmadığını savunuyorlar. Onlar için bu bir felsefe ve herkes bu felsefeden ilham alıp kendi kültürüne uyarlayabilir. Biz de arkadaşım Seben Ayşe Dayı ile birlikte Reggio Emilia felsefesinden esinlenip kendi kültürümüze uyarlayarak Türkiye’deki çocuk algısı ve eğitim sistemi üzerine çalışmalar yapıyoruz. Öncü Eğitimciler Derneği’nde mart ayından beri cumartesi günleri 7-10 yaş arası çocuklara Reggio Emilia ilhamlı atölyeler düzenliyoruz.

Atölye Çatı Katı’nda yaptığımız her türlü çalışma çocukların merakları doğrultusunda ilerliyor. Kullanımları için çok farklı materyalleri aynı anda atölyede bulunduruyoruz; boya çeşitlerinden kile, doğadan topladığımız malzemelerden geri dönüşüm malzemelerine, ahşap bloklardan kumaşlara, iplere, ışıklı masaya, vs.

Bu materyallerin hepsi bizim için çok değerli çünkü çocuklar bunların hepsini üretim ve iletişim için bir araç olarak kullanıyorlar. Reggio Emilia’ya göre çocukların tek dili yok, tam 100 dili var; kendilerini ifade etmeleri ve anlayıp bilgilerini yapılandırmaları için 100 dil kullanıyor çocuklar. Çocuklar kendilerini yalnızca sözcüklerle ifade etmiyor, resim yapıp 2 boyutlu ifade ediyorlar, kille 3 boyuta geçiyorlar, dramayla işin içine kendilerini katıyorlar, müzik, hareket, dans, fotoğraf, yemek ve daha bir sürü dil çocukların kullandığı. Atölyede tüm bu dilleri kullanarak çocukların projelerle fikir, ürün, bilgi, hayal, hipotez, çözüm vb üretmelerini sağlamaya çalışıyoruz.

Sözlerime çocukların sözleriyle son vermek istiyorum. Doğru çevre hazırlandığı zaman çocuklardan harika fikirler çıkıyor. Yapmamız gereken tek şey ise onları “Dinlemek”. Konunun nasıl devam edeceğine aşağıdaki sohbette olduğu gibi çocuklar karar veriyorlar, biz yalnızca onları dinleyip meraklarını ortaya çıkarıyoruz, kafalarını karıştırıyoruz, düşünmelerini sağlıyoruz. Gerisi çocuklara kalıyor; bilgiyi kendileri yapılandırıyorlar, süreç boyunca onlara destek oluyoruz. Fasulye Projesinden sohbetin bir kısmı;

-Bunlar ne?
“Sizce ne olabilir?”
-Bence çakıl taşları
-Birazcık fasulyeye benziyor
-Tohum tohuum..
“Tohum ne demek?”
-Bir şeyi ekerken tohum kullanıyoruz.
-Mesela yüksek ağaçların yetişmesi için tohum gereklidir. Tohum olmazsa ağaçlar da olmaz.
-Ağaçlar olmazsa nefes alamayız.
-Çünkü ağaçlar havayı temizliyor.
-Hayır havayı üretiyor.
-Temizliyor da.
“Şimdi burada iki farklı görüş çıktı, o dedi ki ağaçlar havayı üretiyor, o dedi ki temizliyor. Sizce ağaçlar havayı üretiyor mu temizliyor mu?”
-Temizliyor, pis havayı içlerine çekiyorlar, onun yerine temiz hava veriyorlar.
“Sizce dünyada hiç ağaç olmasa hala hava olur mu?”
-Olmaz(hepsi)
-Hava kirlenir ve biz de nefes alamayız, ölürüz.
-Hava olmazdı ağaçlar olmasa.
“Hava olur da kirlenir mi yoksa hiç mi olmaz?”
-Olur, çok kirlenince nefes alamayız.
-Hiç olmaz. Uzayda ağaç yok, hava da yok.
“Uzayda hava yok mu?”
-O zaman uzaya niye tüple gidiyorlar ki?
-Tüple mi? Uzayda çünkü değişik hava var. Biz o yüzden tüp alıyoruz, havamız biterse diye.


Sohbetin tamamı ve daha fazla bilgi için www.renklerdenrenklere.blogspot.com

(Öğretmenler Odası Dergisi için yazdığım yazıdır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...